#96 Kaygılı Bağlanmış Olan Yetişkin/Ebeveyn İşgal Korkusuyla Geçmişini Şimdide Yaşar

Kaygılı bağlanmış saplantılı yetişkinin en dikkat çekici ve ayırt edici özelliği, onun geçmişinden kopamamış olmasıdır. İnsanın geçmişine sahip çıkması ilk bakışta olumlu olarak nitelendirilebilir. Ancak eğer bir insan sürekli olarak geçmişi hakkında ruminasyon yapıp, hatırlamakta güçlük çektiği olaylar hakkında türlü türlü varsayımlarda bulunuyor ve belirgin bir sonuca varamıyorsa önce kendi hayatını sonra da bakım verdiği çocuğun hayatını belirsiz, tutarsız ve güvensiz bir hale getirir. Çocukluğunda annesi tarafından işgal edilmiş, özel alanına izinsiz olarak nüfuz edilmiş ve hatta manipüle edilmiş bu insanın hayata güvenmesi, olumsal ve işbirlikçi bir tutumla sosyal çevresi ile etkileşime girmesi ve daha da önemlisi, şimdi ve burada yaşayabilmesi oldukça güçtür. Bu nedenle, kaygılı bağlanmış saplantılı bir yetişkinin öz çocuğuna dahi güvenmesi ve onun bir birey olarak yetişmesine müsaade etmesi neredeyse imkansızdır. Zira, geçmişiyle sürdürmekte olduğu ve daha çok olumsuzluk içeren hesaplaşması tüm enerjisini tüketmekte ve bu içsel kavgası nedeniyle yaşamsal zorunlulukları dışında kendisinin ve bir başkasının temel gereksinimlerini tutarlı ve toleranslı bir şekilde giderebilmesi mümkün olamamaktadır. Bunun için anne ya da baba veya herhangi bir sıfatla çocuğa bakım veren olmadan önce bu kişinin, kendi geçmişi ile olan nevrotik uyuşmazlığını çözümlemesi, geçmişe dair tamamlanmamış işlerini tamamlaması ve geçmişte bakım vereni ile olan işgalci ve tutarsız ilişkisinin bugününü yönetmesine izin vermemesi gerekmektedir. Bunu yapamayan kaygılı bağlanmış kişiler ne yazık ki kişisel bütünlüğü güçlü, kendi kendine yetebilen, yetişkin ve olgun bireyler yetiştirememektedirler. Ve bu da maalesef, kaygı ve terkedilme korkusu hâkim nesillerin yetişmesine yol açmaktadır. Bu nedenle, bağlanma stillerimizin farkında olarak daha güvenli bağlanan bireylere dönüşmemiz için çaba sarf etmemiz büyük bir önem taşımaktadır. Yorumlarını bekliyorum. Lütfen abone olmayı unutma ve kendine çok iyi bak😊

Пікірлер: 14

  • @user-sf2tf7ee9k
    @user-sf2tf7ee9k7 ай бұрын

    Annem çok kaygılı bir karakter olduğundan ve muhtemelen kendi küçüklüğünde kurallı büyütüldüğünden benzer kuralları bizim hayatımıza da uyguladı. Bu o kadar ileri bir seviyeydi ki tatillere gittiğimizde bile her şey saatli yapılırdı. Kıyafet alışverişlerinin ay içinde bir günü vardı. Her yemek her zaman yenmezdi. Misafir her şeyden önde gelirdi. Akrabalar ne yapmış olurlarsa olsunlar sevilirdi. Arkadaşlara dostlara ne kadar kırılmış olursak olalım 2. 3. 5. Şans verilmeliydi. İnsanları kırmamak için kendinden veren bir çocuk olarak büyüdüm. Çok sevgi dolu bir insan olmasına rağmen son 2 senemi annemin bizim hayatımıza uyarlamaya çalıştığı kuralları anlamaya çalışarak geçirdim. Kadın olduğum için abimden daha girişken bir insan olmam, daha sosyal olmam erkeklerle romantik ilişkiler kurmam her ne kadar öyle yansıtmamaya çalışsalar da ailemce pek hoş karşılanmadı. İlişkilerime bakıyorum hep sevgisiz ya da sevgisini gösteremeyen, göstermeyi bilmeyen insanları seçmişim. Hep benden ayrılmasınlar diye ödün veren taraf olmuşum. Bunları anlamak çok kıymetli ama öte yandan da çok acı. Aileme bunları sizin anlattığınız gibi bilimsel şekilde anlattığımda sen de bir anne ol görürüm tepkisi alıyorum. Üstelik kendim de akademisyenim ama aileme anlatamıyorum güler misin ağlar mısın

  • @kendinias8533

    @kendinias8533

    7 ай бұрын

    Sevgili S.Ö. merhaba. Paylaştığın gerçek yaşam deneyimleri için çok teşekkür ederim. Öncelikle kendini, nasıl bir ev ortamında büyüdüğünü ve anneni-onun nasıl büyütülmüş olduğunu anlamaya çalıştığın için kendinle gurur duymalısın. Anlattıklarından annende insanlardaki patolojik rahatsızlıkların temelini oluşturan "bilişsel katılığın" oldukça gelişkin olduğunu ve bu yüzden de obsesif-kompülsif davranış kalıplarına sahip olduğunu gözlemliyorum. Kolay kolay bilişsel anlamda esneyemeyen bir yapısı var. Mizacı ve kişilik özelliklerinin de buna uygun olduğu kanısındayım. Kuvvetle muhtemel bugünkü halinden çok daha katı bilişsel kalıplara sahip ebeveynler tarafından büyütülmüş ve annesine/temel bakım veren figürüne "kaygılı" bağlanmıştır. Tutarsız ilgi, alaka ve sevgi ile büyütülmüş, şefkatli bir kucağa hasret kalmıştır. Bu yüzden de ebeveynlerinin ve yakın (özellikle akraba) çevresinin onayına, ilgisine ve sevgisine/şefkatine aç biri olarak temel gereksinimleri ancak onlara biat ettiğinde, onlarla uyumlu, öngörülebilir ve güvenilir olduğunda karşılanmış biri olarak büyümüştür. Bu nedenle de hatasız, aşırı kurallı, özenli, düzenli ve disiplinli bir insan olmaya kendini adamıştır ki onayına ve sevgisine ihtiyaç duyduğu insanlar onu hep takdir etsin ve sevsinler. Böylelikle, annen kendilik değerini dış tanıklığın keyfi tutumlarına, kararlarına ve beğeni parametrelerine kurban etmiştir. Daha sonra kendilik algısını/değerini geliştirmeye ve değiştirmeye yönelik yeterli ve gerekli girişimlerde bulunmaya cesaret edemediği için de daha da katılaşmış ve çevresindeki insanlarla kurduğu ilişkilerde çocukluğundan beri onay almak için sergilediği davranış kalıplarını normalleştirerek davranmaya devam etmiştir. Tabii bu sırada çocuklarına kendi annesinden alamadığı ancak çocuklarının gelişimi için çok gerekli olan koşulsuz ilgi, özen, sevgi ve şefkati de verememiştir. Zira sürekli kendi davranışlarını katı ve kurallı bir biçimde denetlemek ve kusursuz olmak için harcadığı tüm bu enerji nedeniyle çocuklarına bunu verecek enerjisi ve gücü de kalmamıştır. Bu noktada insanın aklına hemen şu soru geliyor: Herkese kendini beğendirmeye çalışan ve adeta bunun için kendini zorlayan annen kendi çekirdek ailesine karşı aynı özeni neden gösterememektedir? Cevabı aslında açık. İnsan evladı öyle bir varlık ki, kendi ailesinden (berikinden) alamadığını kendi öz çocuğuna veremiyor. Bunun istisnaları elbette vardır ama çok azdır. İnsan evladı, yetiştirildiği şekilde yetiştirmeye programlanıyor. Yetişkinliğe eriştiğinde (ne yazık ki olgun, yetişkin bir benliğe sahip olamadığı gibi) en çok eleştirdiği ebeveynine benziyor. Onu model alma yoluna gidiyor zira en çok onunla uğraşırken beyninde onunla ilgili nöral bağlantıların kurulmasına ve zaman içinde bu ağların gelişmesine neden oluyor. Bu nöral ağlar, "kaygılı bağlanmış" kişi sürekli geçmişini, şimdide yaşadığı için de yok olmak yerine her geçen gün güçleniyor ve o kişi de çocukluğunda aldığı bakım tarzını simule edebileceği aile ortamını kurduğunda bilinçsiz bir şekilde söz konusu gelişkin nöral ağlar tarafından kaydedilmiş (annesinin sergilediği) davranışları "yineleme zorlantısı" içine düşüyor. Tıpkı ailesine kendisini beğendirmeye ve onay almaya çalıştığı zamanlardaki gibi şimdi de çevresinin onayını almaya çalıştığı gibi. Bu davranışı da otomatik olarak devam ediyor. Tüm bu süreçte kişinin yeni farkındalıklar edinmemesi, katılık derecesi, değişmeye olan olumsuz direnci de mevcut paradigmalarının değişmesini engellediği için bu simulasyonun gerçekleşmesi kaçınılmaz hale geliyor. "Değişmezlik prensibi" ile yaşayan bu kişi, çocuğuna da kendi annesinden gördüğü davranışları (belki kısmen daha hafif şekliyle) sergilemeye devam ediyor. Zira başka bir seçimi olduğunun farkına varamıyor, oysa insanın bu hayatta her zaman her konuda üçüncü bir opsiyonu vardır. İşte, sahip olduğumuz bilişsel katılık bu opsiyonu görmemizi de engelliyor. Diğer önemli bir faktör de "congitive dissonance/bilişsel uyumsuzluk" denen bilişsel körlükle ilgilidir. Annen gibi küçükken kendini korumak ve hayatta kalmak için özünden koparak kendisine yabancılaşmış ve otantik özelliklerini ebeveynlerine uyumlanmak için feda etmiş insanlar katılaşmış ve obsesif-kompülsif davranış kalıpları geliştirmek zorunda kalmış olduklarından ötekinden gelecek yeni fikirlere ve gerçekliklere açık değildirler. Eski düşünce, duygu, davranış ve inanç kalıplarını sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bu nedenle, bu kişiler, kendilerine çocukluklarını ve anneleri ile olan olumsuz etkileşimlerini hatırlatan öz çocuklarının fikirlerini dahi özellikle çocuk yetiştirme, ebeveynlik, geçmiş yaşanmışlıklar söz konusu olduğunda reddetme ve dinlememe eğilimi gösterirler. Bu yukarıda da belirtmiş olduğum gibi esasen bu insanların bilişsel esneklikten mahrum olmalarından kaynaklanır. Dolayısıyla, buradaki hedef, annene ulaşmaya çalışmaktan çok kendine odaklanmak olmalıdır. Zira, annene rağmen edinmiş olduğun bu farkındalıklar sayesinde daha esnek, travmatik anılarını çözümlemiş/çözümleme yolunda ilerleyen, küçükken hayatta kalmak için geliştirdiğin savunma mekanizmalarını ve zor duygu durumlarına başa çıkmak için geliştirdiğin modlarını (Mod Terapisi ile ilgili olarak yaptığım bölümlere ilgili Oynatma Listesinden ulaşabilirsin.) sağlıklı bir biçimde dönüştürmüş biri olabilir ve kendi çocuklarını annen ve onun annesi de dahil olmak üzere nesiller boyunca aktarılan bu kaygılı, kaotik ve toksik çocuk yetiştirme kalıplarından azade bir şekilde yetiştirebilirsin. Ben değişmek istemeyen hiç kimseyi değiştiremeyeceğimiz inancındayım. Bu nedenle, çocukluğumuzda ne kadar hırpalanmış olursak olalım kendimize dönerek ve sahip çıkarak, değişimi evvela iç dünyamızda başlatmamız gerektiğini düşünüyorum. Ne de olsan insanın ömrü hayatında yapabileceği en büyük devrim, kendi "içsel devrimidir." (Bu sözü sevgili ortağım ve kardeşim M. Fatih Güçlü'den alıntılıyorum ve ona teşekkür ediyorum.) İşte böyle. Bu süreçte çektiğin acıya da çok saygı duyuyor ve sözlerime "anlama çaban" sırasında çektiğin acıya/ıstıraba yönelik olarak bellek araştırmaları ile Nobel Ödülü kazanmış olan Eric Kandel'in (kendisi Holocaoust kurbanlarındandır) şu sözleri ile son vermek istiyorum: (Kendisine Holocaust anılarının silinmesinin isteyip istemediği sorulduğunda, "Hayır" cevabını vermiş ve şöyle demiştir:) " Istırap veren anıları ortadan kaldırmanın insanı güçsüzleştiren yanı, ıstırabın çoğu zaman en iyi öğretmenimiz olmasıdır. Hastalarımızdan ders alarak ve çabalayarak olgunluğa ulaşırız. Gerçekten de bilgelik bedava değildir. Danca'da bu sürece çok uygun düşen harika bir sözcük bulunur: "Gennemleve". Aşağı yukarı şöyle çevirebiliriz: "Bir şeyi tamamına erdirene kadar yaşamak, sürecin farkında ve süreçle temasta olmak ve sonunda, nihayet onunla uzlaşmak." Sevgili S.Ö. umarım çektiğin acıya değer ve annenden çok daha esnek ve yapıcı bir insan/ebeveyn olabilirsin. Şimdi ve burada olabildiğin ve kendinle/geçmişinle şefkatli bir sorgulama eşliğinde yüzleşebildiğin sürece bunu yapabileceğinden eminim. Sevgiyle.

  • @yesilayyurekli7475
    @yesilayyurekli74757 ай бұрын

    Teşekkürler hocam ❤

  • @esinkoklu9569
    @esinkoklu95697 ай бұрын

    Yine çok değerli bir paylaşım teşekkürler 😊

  • @kendinias8533

    @kendinias8533

    7 ай бұрын

    Ben teşekkür ederim. Sevgiyle.

  • @yazinsanati
    @yazinsanati7 ай бұрын

    Çok çok teşekkürler. Bu içsel çatışmalar hakikaten çok zorlayıcı olabiliyor. Pekiyi, kendi geçmişimizi temize çekmeyi nasıl başarabiliriz? Tutarsız anılarımızı zihnimizde döndürüp durmaktan nasıl kurtulabiliriz? Uygulayabileceğimiz çalışmalar var mıdır? Saygılar

  • @kendinias8533

    @kendinias8533

    7 ай бұрын

    Gizem @yazinsanati merhaba. Nazik yorumun ve soruların için teşekkürler. Kendi geçmişimizi temize çekmek ve tutarsız anılarımızı zihnimizde döndürüp durmaktan kurtulmak için ilk önce geçmişimizle yüzleşebilmeliyiz. Israrla ve inatla. Yüzleşmenin çektirdiği acıya da göğüs gerebilmeliyiz. Acının dönüştürücü gücünün farkında olarak. Auschwitz'ten kurtulmayı başarmış olan psikolog Edith Eger'in "The Choice" isimli kitabında belirttiği gibi: "Our painful experiences aren't a liability, they are a gift. They give us perspective and meaning, an opportunity to find our unique purpose and our strength." Bu nedenle, acının içinden geçmek olarak tanımladığım bu sürecin bir an önce başlatılması ve nihayete erdirmek kaygısı olmaksızın tüm yaşam boyunca devam ettirilmesi gerekmektedir. Bizi tutarsız sevmiş, kimi zaman yalnız bırakmış kimi zamansa yanımızda olmuş bakım verenlerimiz ile hesaplaşmamızı biran önce tamamlamalı ve şimdi-burada yaşamaya başlamalıyız. Zira, videolarımda da belirttiğim gibi kaygılı bağlanmış insanlar "geçmişlerini şimdide yaşarlar." Bu onların en ayırt edici özelliklerinden biridir. Ebeveynlerimizi/bakım verenlerimizi affetmek zorunda olmadan bu iç hesaplaşmayı tamamlamalıyız. Zira affedilmesi gereken birisi varsa o da bebeklikten itibaren gerçekten sevildiğini hiçbir zaman tam olarak hissedememiş olan bizleriz. Öz şefkatle bunu yapmalıyız. Başkalarına gösterdiğimiz şefkati önce kendimize göstermeli, kendimize karşı empatik olmalıyız. Neyi, neden yaptığımızı anlamaya çalışmalıyız. Tekrar eden davranış örüntülerimizi saptamalı ve kaynağına inerek tekrarladığımız işlevsiz davranışlar ile ilgili olarak neden "yineleme zorlantısı" yaşadığımızı anlamalı ve bunu değiştirmeliyiz. Geçmişi değiştiremeyiz (aslında şimdi'de geleceğimizi şekillendirirken geçmişimizi de bir bakıma değiştirmiş oluyoruz.) ancak şimdi ve burada bilinçli bir farkındalıkla yaşamayı başardıkça kendimize daha çok sahip çıkabilir ve değer verebiliriz. Bu da zihnimizde sürdürmekte olduğumuz ruminasyona son vermemize yardımcı olabilir. Yani bana kalırsa asıl mesele geçmişte bize ne yapıldığından çok (elbette bunlarla yüzleşerek neyi neden yaşadığımızı anlamalı ve içimizdeki tamamlanmamışlık hissinin ağırlığı hafifletmeliyiz.) bugün daha farklı bir yaşam sürmek için ne yaptığımız olmalıdır. Ben kaygılarımı "beyni", genel olarak "bedeni", beyin ve sinir sistemi arasındaki biyokimyasal etkilesimi ve yaşamımıza olan etkilerini öğrenerek dindirmeye başlayabildim. Beynimizdeki nöral ağ bağlantılarını değiştirebilir, yeni anılar dolayısıyla yeni duygular yaratabiliriz. Kısacası hikayemizi değiştirmeli ve bundan sonra kendimiz için (geçmişimizden kopuk olmayan, daha çok şimdi ve burada olanlarla ilgili) yeni bir hikaye yazmaya başlamalıyız. Önerebileceğim uygulamalar travma işleme çalışmaları olabilir. Stres tepki aktivasyon paternlerimizi ve beynimizdeki/bedenimizdeki temel düzenleyici sistemlerimizi (bu konularda şu anda bir seri çekiyorum, onları da ilerleyen haftalarda yayınlayacağım.) anlamalı ve travmatik anılarımızı işlemeli ve çözümlemeliyiz. Kendimizi ne kadar güçlü bir şekilde regüle edebildiğimizi saptamalıyız zira bunu yapmazsak, hiçbir zaman geçmiş-gelecek psikozundan kurtulamayız. Travma işin içine girince "bellek" meselesini de iyice kavramalıyız. Zira, yaşadığımız travmalar özünde birer anıdır. Sadece sıradan değillerdir. Bu nedenle, travma ile bellek (özellikle örtük bellek) arasındaki yakın ilişkiyi öğrenmeli ve bizi tutarsız düşüncelere ve duygulara boğan örtük belleğimizde kayıtlı duygusal ve yöntemsel (bedensel-duyusal) anıları açığa çıkarmalıyız. Bu anılar bizim benzer olayların tekrarlandığı fasit bir daire içinde yaşamamıza neden olmaktadırlar. Bu konuda Peter Levine'in yakın zaman önce okuduğum "Travma ve Anı" isimli kitabını şiddetle öneririm. Kafamızın içindeki o sesin bize ne söylemek istediğini daha iyi anladıkça rahatlamaya başlayabildiğimizi görüyorum. Bu sesin hissettiğimiz duygular aracılığı kendisini ifade ettiğini de düşünüyorum. O nedenle duygularımızla olan ilişkimizi de geliştirmeliyiz. Duygular ile ilgili bölümlerimde bundan bahsetmiştim. Bu sayede kendimizi daha çok bilmeye ve yönetmeye başlayabiliriz. Karşılanmamış ihtiyaçlarımızı da bizzat karşılamayı başarabiliriz. Bu ihtiyaçların da farkına varmak önemli. Dış tanıklığa ve onaya duyduğumuz ihtiyaç da zihnimizdeki tutarsız düşüncelerin devam etmesine neden olabilmektedir. İnsan kendine sahip çıkmadıkça, bebekliğinde bakım vereni ile kurduğu ilişkinin simulasyonunu ve o ilişkiden gelen davranış temayüllerini bugününe ve ilişkilerine, düşünce paternine taşımaktadır. Dolayısıyla, bu örüntüleri de gözlemek ve farkına varmak önemlidir. Duygusal arınma yaşamamıza vesile olacak terapi yöntemlerini de keşfedebiliriz. Tony Robbins'in her yıl düzenlediği seminerlere ve workshoplara katılabiliriz. Aklıma gelenler şimdilik böyle. Sevgiyle.

  • @yazinsanati

    @yazinsanati

    7 ай бұрын

    Bu kadar zaman ayırıp özenle yanıtlamanız çok değerli. Çok teşekkürler. @@kendinias8533

  • @ordudevlet
    @ordudevlet7 ай бұрын

    Selamlar

  • @kendinias8533

    @kendinias8533

    7 ай бұрын

    Selamlar

  • @aysetopcu5509
    @aysetopcu55097 ай бұрын

    Merhabalar,ben küçüklüğümden beri hiç arkadaşlık kuramadım yani okul arkadaşlığı vardı tabi ama bu da yakınlık olmadan kurulan zorunlu ilişkilerdi.Zaten daha sonra okullar bitince hiç arkadaşlarımla bir bağım kalmadı.Merak edip önemsenmedim.Bunun nedeninin kendim olduğunu biliyorum insanlarla yakın olmak istiyorum ancak ama biraraya gelince ne konuşacak bir konu bulabiliyorum ne de sevilebileceğime inanıyorum.Kimse benimle arkadaş olmak istemez ki diye düşünüyorum hep.Ve kendini gerçekleştiren kehanet oluyor.Gerçekten de hiç arkadaş edinemiyorum.Bu konuda insanlarla arkadaş nasıl olunur.Neler konuşulur.Nasıl geliştirilir.Bu konuda önerebileceğiz kitaplar var mı?Şuan yetişkin bir insanım ve şemalarımın farkındayım hem sosyal izolasyon şemam var hem de kusurluluk şemam var ve bu konuda hayatı yeniden keşfedin kitabını okuyorum.

  • @kendinias8533

    @kendinias8533

    7 ай бұрын

    Ayşe merhaba. Mesajını okurken bir yandan çok hüzünlendim, diğer bir yandan da kendinin-kendiliğinin farkında oluşundan memnuniyet duydum. Mesajının başında başkaları ile arkadaşlık kuramama nedeninin 'kendin olduğunu anladığını' ifade etmişsin. Aslında bu durumun nedeni "kaynakta" sen değilsin. İlk önce bunu görmende yarar var. Bunun ilk sorumlusu içine doğduğun ev ortamında sana bakım vermiş olan insan/lar. Sonra okul ortamında sana "öğretmenlik" yapmış olan insanlar. Daha sonra da yakın sosyal çevren (akrabaların, komşuların, mahalle esnafı ve aynı sınıfta okuduğu (yakın olmasan da) arkadaşların). Şemalarını öğrenmek için "Hayatı Yeniden Keşfedin" kitabını okuyor olman çok isabetli. Bununla birlikte, eğer neden böyle olduğun/davrandığın hakkında bir fikir edinmek istiyorsan öncelikle senin geçmişinle ve dolayısıyla, doğumunla birlikte hayatına girmiş/yaşamındaki insanlarla yüzleşmeni kolaylaştıracak kavramları konu olan kitapları okuman çok daha doğru ve yerinde olacaktır. Alice Miller'ın "Yetenekli Çocuğun Dramı", "Beden Asla Yalan Söylemez" isimli kitapları, İsmail Acarkan'ın "Kişiliğin DNA'sı" isimli kitabı, bağlanma kuramı ile ilgili kitaplar-John Bowlby'nin "Bağlanma", "Ayrılma" kitapları, Mary Ainsworth'ün makaleleri, piyasadaki bağlanma kuramı ile ilgili diğer kitaplar (Daniel Siegel'ın "Zihnin Gelişimi" isimli 2 ciltlik eseri de), Thomas Harris'in "Ben Ok'im, Sen Ok'sin" kitabı, Mark Wolynn'in "Seninle Başlamadı" isimli kitabı, Ayala Malach Pines'ın "Aşık Olmak" isimli kitabı, şimdilik aklıma gelenler. Daha bir çok kitap var aslında sana önerebileceğim. Öte yandan, özellikle bir hususu çok önemsiyorum, o da şu: "Kavramlar" Kavramlar üzerinde düşünmeni ve bilgilenmeni şiddetle tavsiye ederim. Doğduğumuz andan beri öğrendiğimiz her şeyi bilinçsiz bir şekilde arka planda beynimiz kavramsallaştırmaktadır. Daha sonra bunları 11 yaş civarında soyut düşünme kabiliyetimizi hayata geçirirken ve sonra da geliştirirken kullanırız. O nedenle, ilgilendiğimiz konularla ilgili kavram bilgimiz ne kadar gelişkin olursa hem kendi kavramlarımızı yaratabilir hem yeni örüntüler kurabilir hem de dert ettiğimiz meselelerin özüne daha rahat inerek çözümler üretebiliriz. Bu bağlamda öğrenmenin iyi olacağını düşündüğüm başlangıç kavramları şunlar olabilir: Bağlanma-Uyumlanma-Ayrışma-Otantiklik-Özerklik-Kendilik-Duygular-Ego-Egotizm-Öz Değerler-Öz Şefkat/Öz-Güven/Öz-Saygı, Yeterlilik. Bu kavramların çoğu hakkında daha önce çekmiş olduğum videolardan bilgi edinebilirsin. Ayrıca daha önce ortağım Fatih Güçlü ile çekmiş olduğumuz (Spotify ve başka platformlarda yayınlanan) "Mitote" isimli podcastimizde de Öz Değerler ile ilgili bilgiler edinebilirsin. Ayrıca Transaksiyonel Analiz hakkında bilgi edinmen, farklı benlik durumlarımız hakkında bilgi edinmeni sağlayabilir, arkadaşlık kuramamanın nedenlerinden biri de bu benliklerden (çocuk, ebeveyn, yetişkin benliklerden) birinin içine hapsolmuş olman olabilir. Transaksiyonel analiz, öteki ile girmiş olduğumuz iletişimde (o ve bir sonraki ve bir sonraki anlarda) hangi benliğimiz ile davrandığımızı an be an saptamamıza yardımcı olmaktadır. Bu bakımdan hem kendimizi hem de karşımızdaki insanı gözlemlememizde ve anlamamızda oldukça ufuk açıcıdır. Yakın ilişkiler ile ilgili olarak Mod terapisi hakkında da bir kitap okuyabilirsin. Benim de bölümlerim var bu konuda, izleyebilirsin. Oynatma listelerim sekmesine gidersen, duygular, değerler, bağlanma, mod terapisi, şema terapisi, uyumlanma, ayrışma ile ilgili oynatma listelerinden hızlıca bu bölümlere erişebilirsin. Bellek hakkında da bilgi edinmende yarar var, geçmişini hatırlarken sana yardımcı olacaktır. Bu konuda Peter Levine'in "Travma ve Anı" kitabı işine yarayacaktır. Nasıl bir evde büyüdüğün, annenin sana nasıl baktığı, davrandığı, babanın yaklaşımları, okul hayatındaki öğretmenlerinle ilişkilerin, kendinle olan ilişki tarzın, değerler setin (eğer bu seti oluşturmadıysan, bir an önce oluşturmanı öneririm zira aile ve toplum değerleri ile bizim biricik değerlerimiz çok farklı olabilir.) senin kendini anlamana yardımcı olacaktır. Duygularınla olan ilişkin de acayip önemli. Kendini gerçekten seviyor musun? Kardeşin var mı? Varsa onunla ilişkin nasıl? David Hawkins'in "Bırakmak" isimli bir kitabı var, duygularla ilgili, faydalanabilirsin. Biz utanca boğulmuş bir toplumuz. Bu nedenle, duygularımız ile olan ilişkimiz çok zayıftır. Duygularımızı fark etmekte ve ifade etmekte müthiş zorluk çekeriz. Duygu darağacımız çok zayıftır. Nasılsın sorusuna iyiyim ya da kötüyüm diye cevap veririz. Bazen ne hissettiğimiz sorulduğunda duygumuzdan başka her şeyi söyleriz. Oysa biz duygusal ve sosyal canlılarız. Duygularımız bedenlerimizde his olarak açığa çıkar ve önce içimizde sonra da dışımızda etki doğururlar. Bunlar sağlığımız üzerinde de doğrudan etkilidirler. Buna karşın, biz çoğunluklar nasıl hissettiğimizin farkında değilizdir. Bu nedenlerle, "duygularla" ilgili bilgi edinmen de çok yararlı olacaktır. Bundan başka Doğan Cüceloğlu'nun "Savaşçı", "Gerçek Özgürlük", "Geliştiren Anne Baba", "İçimizdeki Çocuk", "Korku Kültürü", "İnsan İnsana" ve "Başarıya Götüren Aile" isimli kitaplarını da şiddetle tavsiye ederim. Burada nasıl bir ailede büyüdüğünü, hangi değerlerle büyütüldüğünü, ne kadar kendin gibi var olmana izin verildiğini daha iyi anlayabilirsin. Unutma, bugün seni sen yapan değerlerin tohumu çocukluğunda atıldı. Ancak büyüdün ve yaşamının sorumluluğunu alacak yaşa geldin, o yüzden de bu kanalı takip ediyor ve cesurca içini döküyorsun. Kendine gurur duymalısın. Bunu yapabilen insanlar azınlıkta, çoğunluk savunmasız bir biçimde kırılganlıklarını paylaşmaktan kaçınıyor. Bunu da anlıyorum. Sen değişim yolculuğunu başlatmışsın. Bu acayip değerli. Bundan sonra ısrarla ve inatla gelişmeye, değişmeye ve dönüşmeye devam edersen bir zaman sonra istediğin gibi biri olabilirsin. Nasıl olursan ol, her şeyden önce "kendin gibi ol" lütfen. Kendiliğine sahip çıkıver lütfen. Önce kendimizle olan ilişkimizi düzeltmeliyiz, ancak bundan sonra başkaları ile olan ilişkilerimizi düzeltebilir ve düzenleyebiliriz. Bu nedenle, mesajında başkaları ile olan ilişkilerini düzenlemekle ilgili sorular sormuş olsan da önceliği "kendinle olan ilişkini fark etmeye ve düzeltmeye" versen çok daha iyi yaparsın. Ne de olsa ilk önce inşaat yapacak olduğun zemini temizlemek ve sonra inşaata başlamak çok daha doğru olacaktır. Ben de bu konularda bilgilendikçe ve bilinçlendikçe böyle yapmaya başladım ve çok fayda gördüm. Bak bölümler çekiyorum artık:) Sen de yapabilir, hatta benden çok daha iyi yapabilirsin. Yeter ki gerçekten çok iste. Ben her zaman buradayım. Soruların olursa lütfen çekinmeden iletiver. Elimden geldiğince yanıtlamaya çalışırım. Sevgiyle.

  • @aysetopcu5509

    @aysetopcu5509

    7 ай бұрын

    ​@@kendinias8533 Kitap önerileriniz ve güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim.Önelerinizi uygulamaya çalışacağım.Bilginiz,fikirleriniz benim aydınlanmamı sağlıyor.Umarım hayatım istediğim şekilde değişir ve ben kendi benliğimin farkında,kendi değerinin farkında biri olabilirim.

  • @kendinias8533

    @kendinias8533

    7 ай бұрын

    @@aysetopcu5509 hiç kuşkum yok böyle biri olacağına Ayşe:) Lütfen yola devam. Israrla ve inatla. Düşersen yaz bana. Birlikte ayağa kalkarız. İyi niyetimizin saflığı ile. Önerilerimi uygulamak için elinden geleni yapacaksın bana kalırsa. Lütfen elinden geleni yap ve gerisini akışa bırak. Hayata güven ve lütfen "yapılacakları" kademeli olarak hayata geçir. Kendini alıştıra alıştıra. Nitekim, bu nedenle, küçük adımlarla, büyük hedeflere doğru ilerlemenin en sağlıklı yollardan biri olduğunu düşünüyorum. Bir bebek gibi dönemsel olarak gelişmeyi, her dönemin gerektirdiği adımları atarak ve kendine iyi bakarak/kendini daha çok severek/kendine daha çok sahip çıkarak, başarabilirsin. Emin ol, şu anda bile kendi benliğinin eskisinden çok daha farkındasın, aksi halde, bu mesajları yazacak cesareti içinde bulamaz ve bizimle paylaşamazdın. Seni bu yüzden de kutluyorum. İyi ki varsın ve kendine (yaşama coşkuyla katılabilmek için) izin veriyorsun. Kendi yolunu açmayı başaran bir insanın önü (o istemediği sürece) hiçbir zaman kapanmaz. Sevgiyle.

Келесі