Osmanlı Devleti’nin Duraklama Dönemi | TYT - AYT Tarih 2022

TYT - AYT Tarih - Osmanlı Devleti’nin Duraklama Dönemi | TYT - AYT Tarih 2022 #hedefekoş
0:00 Videoda Neler Var?
0:15 Osmanlı Devleti’nin Duraklama Nedenleri
Yeni videolar için ► goo.gl/JpWdhc
Hocalara Geldik Web Sitesi : hocalarageldik.com/
Kitap ve ürünler için: magaza.hocalarageldik.com/
Hocalara Geldik Rehberlik : / @hocalarageldikrehberl...
Hocalara Geldik Sosyal Medya'da :
Facebook : / hocalarageldik
Instagram: / hocalarageldik
Twitter : / hocalarageldik

Пікірлер: 44

  • @Aleyncelk
    @Aleyncelk3 жыл бұрын

    yükselen ben değilim alçalan duvarlar...

  • @esraab4868
    @esraab48683 жыл бұрын

    Öğretmen olmanın hakkını sonuna kadar veriyorsunuz 💐

  • @bilemiyorum3336
    @bilemiyorum33363 жыл бұрын

    osmanlı devletini yükselttik bi şeyler oldu dkfhksfh uzun zaman tarihte tekrar yapmayınca ben

  • @yeliz4176
    @yeliz41763 жыл бұрын

    Hocam çok iyi anlatıyorsunuz ✨

  • @someonelse2222
    @someonelse22223 жыл бұрын

    sayısalım ben tarih çalışmak zorunda kalıyorum of... Sağolun hocam çok güzel anlatmışsınız.

  • @dr.sheldoncooper2430
    @dr.sheldoncooper24303 жыл бұрын

    Hocam tarih calısmak güzelse sebebi sizsiniz

  • @furkancakar7110
    @furkancakar71102 жыл бұрын

    Emeğinize sağlık hocam. İyi ki varsınız.

  • 3 жыл бұрын

    11:46 DAKİ O BAKIŞ :d

  • @diyarmuglu6089
    @diyarmuglu60893 жыл бұрын

    HOCAM ağzınıza sağlık çok güzel anlattınız 🙏❤️

  • @sansaramasalvoyok
    @sansaramasalvoyok3 жыл бұрын

    emeginize saglık hocam

  • @berkcan9220
    @berkcan92202 жыл бұрын

    Güzel bi anlatım var ❤

  • @melekkaraokur7353
    @melekkaraokur73532 жыл бұрын

    Emeğinize sağlık hocam

  • @senakoccc
    @senakoccc2 жыл бұрын

    yasin hoca ve beklemediğimiz anda gelen örnekleri...

  • @neslihan4188
    @neslihan41883 жыл бұрын

    Sonunda 11.sınıfa geldik. Sınava girmeden bizim için çok iyi oldu. Teşekkürler😊😊😊

  • @aysimakolay9685
    @aysimakolay96852 жыл бұрын

    Teşekkürlerr🦋

  • @Hocalarageldik

    @Hocalarageldik

    2 жыл бұрын

    😊🌸

  • @simstubetr2388
    @simstubetr23883 жыл бұрын

    Arkadaşlar bu seri hem tyt hem ayt icin mi ayt icin tekrar ayri ayt basligi altinda izlemeyecek degil mii

  • @edebiyathane5679
    @edebiyathane56793 жыл бұрын

    Arkadaşlar bu haftanın tyt-ayt kısmı hangi üniteye giriyor

  • @olmad...6082
    @olmad...60822 жыл бұрын

    Ben şok futboldan örnek vermedi ahahahah😂 teşekkürler hocam çok güzel bir dersdi🤍🙏

  • @kaanreis6176
    @kaanreis61763 жыл бұрын

    Hangi hocamız hasta acaba sadece matematik videolari gelmedi Vural hocamiz mi yoksa

  • @efsanebirtarih1002
    @efsanebirtarih10023 жыл бұрын

    17.yüzyıl tarihçiler arasında duraklama dönemi olarak bilinir. Ancak bu durum hatalıdır. Çünkü Osmanlı’da olaylar anında değil, aşamalar halinde gerçekleşmiştir. Bu yüzden olayların sebep zinciri incelenmelidir. 17.YÜZYILDA DÖNEMİ PADİŞAHLARI VE DÖNEMİN ASKERİ VE SİYASİ OLAYLARI 3.Mehmet, 1.Ahmet, 2.Osman, 1.Mustafa, 4.Murat, 1.İbrahim, 4.Mehmet, 2.Süleyman, 2.Ahmet, 2.Mustafa 3.Mehmet dönemi: Eğri Kalesi’nin fethi (1596), Haçova zaferi (1596), Kanije Kalesi’nin fethi ve savunulması (1601) 1.Ahmet dönemi: Osmanlı-Safevi savaşları, (1603-1618), Estergon’un fethi ve Avusturya’ya karşı fetihler (1605) Avusturya ile Zitvatorok Antlaşması (1606) Ramazanoğulları Beyliği’nin son bulması (1608) 2.Osman dönemi: Lehistan seferi (1620-1620), Hotin Antlaşması (1621) Islahat Hareketleri 1.Mustafa dönemi: 96 günlük padişahlık 4.Murat dönemi: Osmanlı-Safevi savaşları (1623-1639), Revan Seferi (1635), Bağdat Seferi (1638), Kasr-ı Şirin Antlaşması 1639) 1.İbrahim dönemi: Bayvera’nın fethi (1641), Girit Savaşı (1645-1649), Hanya’nın fethi (1645), Resmo’nun fethi (1646) 4.Mehmet dönemi: Uyvar’ın fethi (1663), Vasvar Antlaşması (1664) Kamaniçe fethi (1672), Lehistan Seferleri (1672-1676), Girit’in fethi (1669) Bucaş Antlaşması (1671), 2. Viyana Kuşatması (1683) 2.Süleyman dönemi:Eğriboz müdafası (1688), Lehistan Seferi (1688-1689), Belgrad’ın kaybı ve geri alınması (1690), 2.Ahmet dönemi: Salankamen muharebesi (1691), Sakız Adası’nın elden çıkması ve geri alınması (1695) 2.Mustafa dönemi: Lugoş zaferi (1695), Ulaş zaferi (1696), Zenta bozgunu (1697), Karlofça Antlaşması (1699), Edirne Olayı (1703)

  • @efsanebirtarih1002

    @efsanebirtarih1002

    3 жыл бұрын

    17.YY ORDU İlk olarak Osmanlı’nın 17.yüzyılda ordu gücüne bakmak gerekir zira bu dönemde birçok savaş yapılmıştır. Osmanlı 17.yüzyılda batıda Avusturya, doğuda Safeviler ile mücadele etmiştir. Avusturya harplerinde çok zorlanılmamış ve masraf yapılmamıştır. Çünkü Osmanlı’nın askeri ve teknolojik gücü Avusturya’dan üstündü. Bazen devlet adamları arasında yaşanan çekişmeler yüzünden yenilgi yaşansada birlik olduklarında zafer kolayca kazanılıyor, alınamaz denen bölgeler ele geçiriliyordu.  2 Nitekim bunun en güzel örneği Köprülüler dönemidir. Köprülüler döneminde iç karışıklık bir yana bırakılmış ve alınamaz denen Uyvar, Kamaniçe ve Girit Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ama Safevi harpleri için aynı durum söylenemez. Safevi harpleri genellikle zorlu geçiyordu ve masraf yapılıyordu. Çünkü Safeviler ile savaş yapılan bölgeler çok sıcak ve bunaltıcıydı.Bu sebeplerden dolayı Safevi harpleri sırasında bazı sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu yüzden askerler Safevi harplerini pek sevmemişlerdir. Bunu dikkate aldığımızda Yavuz Sultan Selim, 4.Murat gibi padişahların önemli mareşaller oldukları kolayca anlaşılır. 17. yüzyıl sonlarına kadar doğuda İran ve batıda Avusturya’ya karşı yapılan Osmanlı askerî seferleri çoğu zaman Osmanlı ordusunun kazandığı zaferlerle sonuçlanmış olmasına rağmen fetih amaçlı değildir. Bu askerî seferler bölgede istikrar ve güvenliğin sağlanmasından sonra bir barış antlaşması ile tamamlanırdı. Barış antlaşmalarında onaylanan şartlar genelde hep aynıdır. Buna göre bölgede stratejik mevkiler Osmanlı Devleti’ne ait olmalıdır ve buralarda yerleştirilen Osmanlı garnizonları ile bölgede barış ve asayiş sağlanacaktır. Osmanlı ordusunun seferlerinin diğer bir amacı, Ortadoğu Balkanlar’da ve Doğu Avrupa’daki Osmanlı eyaletlerinde asayiş ve istikrarın korunması için devlet otoritesinin gösterilmesidir. Ordunun sefer yürüyüşü sırasında geçtiği ve konakladığı eyaletlerde haydutlara, terör faaliyetlerine yönelen gruplara, imparatorluğun sınır bölgelerindeki yabancı ülkelerin askerî kuvvetlerine karşı Osmanlı askerî gücünün üstünlüğü gösterilir ve etkin olurdu. Diğer taraftan görgü tanıkları, sefer yürüyüşü sırasında Osmanlı ordusunun geçtiği eyaletlerde ordunun disiplini, teşkilatı ve düzeni ile yerel ahalinin hayranlık ve güvenini kazandığını yazarlar. Ayrıca Osmanlı ordusu, seferleri için batıda Edirne’den Polonya’ya kadar, doğuda Anadolu’dan İran’a kadar pek çok şehir civarında kışı geçirmek için “kışlak” denilen tesislerde ordugâh kurarak belli süreler kalırdı. Bu sürede bölgedeki şehirlerde, kasabalarda ve kırsal alanlarda yollar, köprüler ve binalar onarılır, hukuk ve asayişin; sosyal, kültürel ve ekonomik işlerin adaletle uygulanıp uygulanmadığı başkumandan olan hükümdar veya sadrazam yahut da serdar denilen paşa tarafından denetlenirdi. Osmanlı ordusunun seferleri genelde stratejik kalelerin fethinden ibarettir. Fethedilen kalelere yerleştirilen garnizonlar merkezî devlet tarafından gönderilen müfettişler tarafından devamlı olarak denetlenirdi. Garnizonlarda görevliler ve erler arasında haksızlık veya yolsuzluk olasılığı önlenir, garnizon kumandanının ve subayların, yerel halkın güvenini kazanmasına ve bölgede asayişi sağlamasına önem verilirdi. Garnizon kumandanları, subayları ve erleri belli süreler içinde merkeze gönderilir ve yerlerine merkezden diğerleri atanırdı. Bütün bunlardan maksat, imparatorluğun eyaletlerinde tarım ve ticaretin aralıksız ve mükemmel olarak işletilmesidir. Bu dönemde savaşlar uzun sürmüştür. Bu durumu Osmanlı’nın gerilemesine bağlamak büyük bir hatadır. Devletin uzun savaşlara dayanabilmesi ve hatta yeni kazançlar ile çıkabilmesi Osmanlı’nın büyük askeri gücünü gösterir. Ayrıca bu durum devletin her zaman askeri sistemi canlı tuttuğunun bir göstergesidir. Bununla beraber 17. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı ordusu, devletin dış siyasetinin temel ilkesi olan güçler karşısında dengesesini korumuş ve sınırlarda güvenlik sağlanmıştır. 17.yüzyılda Osmanlı’nın teknoloji gücüne bakıcak olursak Osmanlı’nın bu dönemde tüfekli asker sayısının artığını gözlemleyebiliriz. Osmanlı bu dönemde daha çok ateşli silahlara ve topçuluğa önem vermiştir ve tüfekli asker sayısı arttırılmış ve tımar sistemi önemsenmemiştir. Bu sebepden dolayı tımar düzeni bozulmuş ve tımarlı sipahiler eşkiyalığa başlamış ve köylere baskınlar yapmışlardır. 17. Yüzyılda askeri ve teknolojik gelişmenin yanında önemli bir olay oldu. Yeniçeriler bozulmaya başladı. Öncelikle yeniçerilerin bozulma sebeplerini incelemeden önce, yeniçerilen kısa bir geçmişine bakmak gerekmektedir. 3 Yeniçeri Osmanlı Türkçesi ile yeni asker anlamına gelmektedir. Yeniçeri ocağının kuruluşunu Orhan Gazi veya 1.Murat dönemlerine dayandıran farklı görüşler bulunmaktadır. Osmanlı’nın sınırlarının genişlemesiyle Hristiyan çocukların 8-18 yaş arasında alınarak yetiştirilmesi (devşirme) ile oluşturulmaya başlanan Yeniçeri Ocağı, Padişah’a bağlı piyade kısmının büyük kısmını oluşturmaktaydı. Kapıkulu ocaklarının en itibarlısı olan Yeniçeri Ocağı savaşlarda padişahın bulunduğu merkez kolunda bulunur, savaş esnasında padişah onların arkasında ve ortasında at üzerinde dururdu. Sefere gidişlerde ve konaklarda yeniçeriler padişahın etrafında bulunup onu muhafaza ederlerdi barış zamanında İstanbul’u korurlardı. Ayrıca devletin farklı bölgelerinde konumlanmış yeniçeri birlikleri de vardı. Ocağın pek çok nişan ve bayrağı vardı ancak bunlardan büyük olanı İmam-ı Azam bayrağıydı ve ocağın mezhebi yönden Sünniliğin alametiydi. Tarikatlardan Bektaşi tarikatına mensuptular.17.yüzyıldan itibaren Müslümanlardan da ocağa alım yapılmaya başlandı. Devletin ilk yüzyıllarında çok yararlı olan ve Türklerin ye yerleşmesinde etkili olan bu sistem, daha sonra bozulması ile değişik sorunları birlikte getirdi. Yeniçeri Ocağı tarafından 1826’da kaldırıldı. Yeniçeri Ocağı, dünyadaki modern anlamdaki ilk düzenli orduydu. Yeniçerilerin bozulma nedenleri: *Yeniçerilerin bahşişlerini ve paralarını zamanında alamıyor olmaları *"Ocak devlet içindir" anlayışının yerini "Devlet ocak içindir" görüşünün alması ve bu görüşün yeniçeriler arasında benimsenmesi *Yeniçeri Ocağı'na kanun dışı kimseler alınması, usulsüzlük yapılması *Yeniçerilerin ticaret yapmak istemeleri ve Bu durumun askerlik görevlerini aksatmalarına neden olması *Makam ve mevki yarışı için vezirlerin ve devlet kişilerinin Yeniçerileri ayaklandırması, karışıklık çıkarması.

  • @efsanebirtarih1002

    @efsanebirtarih1002

    3 жыл бұрын

    17.YY DÜNYA SİYASETi Osmanlı bu dönemde dünya siyasetinde hükmünü önemli bir şekilde icra ediyordu. Hatta Avrupalı seyyahların yazdıklarına göre Osmanlı, Avrupa devletleri karşısında taviz vermeyen bir tutum sergiliyordu. Osmanlı 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşmasına kadar ahidname (Osmanlı İmparatorluğu'na ait bir çeşit anayasal bildirgedir çoğunlukla kapitülasyon olarak adlandırılır.) imzalayarak, Avrupa’ya gücünü göstermiştir. Osmanlı’nın 17.yüzyılda Avrupa’ya gücünü gösterdiğini başka bir örnekle gösterebiliriz. 1677’de yani 4. Mehmet döneminde Osmanlı ülkesine gelen Lehistan elçisi sınır boyundaki birkaç kasabanın yanlışlıkla Osmanlı ülkesine dahil edildiğini söyleyince tercüman paşa elçiye diyor ki:”Hayır orası bizim, çünkü, padişahımızın atının toynağının değdiği ve gözle gördüğü her yer bizimdir.” Osmanlı sadece Avrupa karşısında değil doğuda da karizmatik bir devletti. Doğuda güçlenmek istiyen her devlet Osmanlı’ya başvuruyor ve Osmanlı’dan yardım istiyordu. Bunun en büyük nedeni hilafetin Osmanlı elinde olmasıdır. Bu bilgilerle Osmanlı’nın batıda ve doğuda güçlü bir devlet olduğu anlaşılıyor.

  • @efsanebirtarih1002

    @efsanebirtarih1002

    3 жыл бұрын

    17YY BİLİM Halil İnalcık’ın, ilk olarak 1973’te yayımlanan Osmanlı İmparatorluğu: Klasik Çağ 1300-1600 adlı klasik eserinin sondan bir önceki bölümü “Bağnazlığın Zaferi” olarak isimlendirilmiştir. Bu bölüm, 15 ve 16. yüzyıllarda Osmanlı kültürel ve entelektüel gelişiminin 16. yüzyılın sonlarında ve 17. yüzyılda dini gericiliğin yeniden canlanmasıyla nasıl sona erdirildiğini açıklamaktadır. İnalcık’ın açıklamasına göre astronomi ve felsefe gibi geliştirilen akli ilimlerin eski geleneği, ismini vaiz Mehmed Kadızâde’den alan ve tavizsiz, sıkı din âlimi Mehmed Birgivî’den esinlenen, tutucu Kadızâdeli hareketinin şiddetli bir şekilde ortaya çıkmasıyla yok olmuştur. İnalcık, akli ilimlerdeki bu ilginin azalmasının, Osmanlı’yı Batı Avrupa’da yapılan en son bilimsel ve felsefi gelişmeleri değerini anlamayacak bir konuma soktuğunu öne sürmüştür.1 İnalcık’ın iddiası, Marshall Hodgson’un 1974’te basılan ve gayet etkili olan 3 ciltlik İslam medeniyeti araştırmasında, İslam’ın Serüveni (The Venture of Islam), dile getirilmiştir. Hodgson 13. yüzyıl sonrası İslam medeniyetinin gerilemesi fikrini eleştirmiş ve 17. yüzyılda İslam uygarlığının Safevi İran’ın ve Babür’ün kültürel ve entelektüel “aydınlanmasını (floresan)” gözden kaçırdığını vurgulamıştır. Ancak o, genellikle İnalcık’ı takip ederek 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda aydınlanmanın çok az olduğu ya da hiç olmadığı sonucuna varmıştır. Hodgson’a göre, “akli ilimler” Osmanlı İmparatorluğu’nda 15 ve 16. yüzyıllarda gelişmiş fakat 17. yüzyılda pürizmin (dini saflığın) yükselişinden zarar görmüştür. Geniş ölçüde (haklı olarak) takdir edilen İnalcık, Hodgson ve onların arkasından gelen tarihçilerin otoritesiyle, Osmanlı’nın 16.yüzyıldan sonra akli ilimlere sırtını döndüğü fikri, daha sonraki çalışmalar için bir aksiyom haline gelmiştir. Örneğin Francis Robinson; Osmanlı, Safevi ve Moğolların müfredatlarını karşılaştırdığı bilgilendirici son çalışmasında bunu sabit bir hakikat olarak ele almıştır.3 Meselenin doğrusu İnalcık’ın düşündüğünden çok farklı görünüyor. “Akli ilimler”, 17. yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nda kuvvetli bir şekilde ilerlemiştir. 17. yüzyıllarda Osmanlı bilim çevrelerinde bu disiplinlere olan ilginin arttığını öne sürmek için kanıtlar vardır. “Bağnazlığın Zaferi” tezi için Halil İnalcık tarafından sunulan bulgular şunlardan oluşur: (1) 16. yüzyılın sonundan itibaren güçlü bir şekilde bağnaz Kadızâdeli hareketinin ortaya çıkması, (2) Yapımından sadece birkaç yıl sonra 1580’de Osmanlı gözlemevinin yıkılması, Kendi dönemlerinde akli ilimlere olan ilginin azaldığından yakınan Osmanlı âlimi ve kâdısı Ahmed Taşköprülüzâde ile Osmanlı kâtibi ve bibliyografyacısı Kâtip Çelebi’den yapılan alıntılar. (3) Bu bulgulara daha yakından bakıldığında, bunların kesin olmaktan uzak olduğu görülecektir. Öncelikle Kadızadeler topluluğunun bilime tam karşı olup olmadığı kesin değildir ve aralarında farklı görüşler vardır. Rasathanenin yıkılması konusuna gelirsek, Bu durum aslında abartılmıştır. Rasathanenin yıkılma nedeni bilime olan öfke değil, başka nedenlerdir. Bu konu hakkında astronomi tarihçisi D. A. King şöyle der: Gözlemevinin yıkılması, “1577’de meşhur kuyruklu yıldızın ortaya 7 çıkmasından sonra Osmanlı müneccimlerinin, Osmanlı Devleti’nin Safevilere karşı zaferini yanlış bir şekilde tahmin etmelerinin” sonucu olarak görülür. İnalcık’ın tezinin dayanağı olarak ileri sürülen Taşköprülüzâde ve Kâtip Çelebi’den yapılan alıntılar da ikna edici olmaktan uzaktır. Zamanın bozulması ile ilgili bir konudur (topos). Bu bulguları başka kanıtlar sunmadıkça ya da desteklemedikçe olduğundan fazlası gibi göstermek tehlikelidir. Şüphesiz Taşköprülüzâde ve Kâtip Çelebi, geçmiş zamana kıyasla kendi dönemlerinde “akli ilimlere” olan ilginin azaldığı izlenimine sahip olabilirler. Bununla birlikte, her iki âlim de “akli ilimler” konusunda hevesli oldukları için ideal bir geçmişte bu ilimlere saygı gösterilip geliştirildiği hususunu abartmaya eğilimli oldukları söylenebilir. Görüldüğü gibi Taşköprülüzâde ve Kâtip Çelebi’nin şikayetlerini dikkate almamak için en etkili sebep, onların zamanında felsefeye olan ilgide önemli bir artış olduğu izlenimini veren 17. yüzyıl Osmanlı âlimlerinden yapılan alıntıları kanıt olarak göstermenin mümkün olmasıdır. Örneğin, Mekkeli âlim Muhammed Alî b. Allân Sıddîkī Birgivî’nin Tarîkatü’l-Muhammediyye üzerine yaptığı şerhinde şunları söyler: Bu zamanda ve bundan bir önceki dönemde çoğu insan arasında filozofların ahmaklığını çalışmak yaygın hale gelmişti, onlar buna hikmet dediler ve bunla meşgul olmayanları cahil olarak kabul ettiler. Onlar kendilerini başarılı insanlar olarak görürler ve felsefe üzerinde çalışmakta ısrar ederler, onlar arasında Kur’an ya da Hz. Peygamber’in hadislerini ezberleyen kimseleri bulmak zordur. Onların “âlimden ziyade cahil ve aşağı tabaka olarak tanımlanması daha uygundur, çünkü onlar, Peygamberlerin düşmanları ve fıkhın yozlaştırıcılarıdır ve Müslümanlara Yahudilerden ve Hristiyanlardan daha fazla zarar verirler. İbn Allân’dan neredeyse bir asır sonra, Türk âlim Mehmed Saçaklızâde Mar‘aşî çağdaşı olan birçok Osmanlı âliminin ve öğrencisinin felsefeye olan merakından şikayet ediyordu. Saçaklızâde; Aristo’yu, Platon’u ve onları takip eden İbn Sînâ, Fârâbî ve onların benzerleri gibi İslam filozoflarını kafir olarak ilan etmenin bir görev olarak addedilmesini vurgulamıştır. Daha sonra o, bu son sözünü şu şekilde açıklar: Eğer sen onların benzerleri kimdir diye sorarsan, biz deriz ki: Onlar, felsefeyi sevenler ve ondan haz alanlar, onu överek hikmet diyenler ve felsefeden öğrendikleriyle ve masum olanları cahil olarak gördükleri düşünceleriyle gurur duyan kimselerdir. Bunlar inanmayan felsefecilerdir! Âhî Çelebi (fakîh) kendi zamanında onların benzerleriyle karşılaşmıştır ve onlar hakkında şöyle demiştir: “Fıkıh ilmini araştırma arzusu, ahireti ateşten başka bir şey olmayan filozoflar arasında azdır. Şüphesiz cehenneme ulaşacaklar ve ne [kötü] bir son! Derim ki: Muhtemelen bizim zamanımızdaki filozoflar onun zamanında olduğundan daha fazladır. Saçaklızâde, 15. yüzyıldan beri kendi zamanında Osmanlılar arasında felsefeye olan ilginin daha fazla olduğunu düşünmüştür. O, bu dinsiz gidişatın Osmanlı Devletini, Hristiyan Avrupa’ya karşı daha fazla askeri yenilgiye uğraması şeklinde ilahi bir cezalandırma tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığını belirtmiştir: Bizim zamanımızda felsefe, Osmanlı topraklarında (Bilâd-ı Rûm) alabildiğine genişledi. Bundan önce, 80 ya da daha fazla yıl boyunca Hristiyanlar, Osmanlı topraklarının çoğunu fethetti ve birkaç kez İslam egemenliğinin askerlerini yendiler ve sayısız Müslümanlar ile ailelerini esir aldılar. Şimdi Hristiyanların genel bir fethinin olacağından korkuluyor ve bu yüzden bizler Allah’tan İslam egemenliğinden ve hakimiyetinden bu illeti kaldırmasını ve böylelikle âlimlerin (ulemâ) felsefe öğrenmekten vazgeçmelerini, vazgeçmeyenlerin ise cezalandırılmasını istiyoruz. Saçaklızâde’nin Osmanlı’nın yaşadığı vahim yenilgilere ve toprak kayıplarına atıfta 8

  • @efsanebirtarih1002

    @efsanebirtarih1002

    3 жыл бұрын

    17.YY BİLİM 2. KISIM bulunması ilginçtir. Viyana’yı ele geçirme çabasındaki talihsiz ikinci girişim ve bunun sonucunda Macarların Avusturyalılara kaybı, Saçaklızade’nin aklında her ne olursa olsun, onun Osmanlı topraklarında felsefenin hevesli bir şekilde araştırıldığını düşündüğü açıktır. Ayrıca Saçaklızâde’nin ulemâ sınıfı tarafından felsefe eğitimine ve öğretimine atıfta bulunduğuna dikkat çekmek gerekir. Saçaklızâde’nin tahkiri, esas olarak III. Ahmet’in sarayının himayesi altında Aristoteles’i yeniden Arapçaya (Latin Rönesans çevirisinden) tercüme eden ve Yunan doğumlu Aristocu Luonnis Kottounis’nin Latin eserlerini çeviren (Es’ad Yanyavî) gibi bireysel âlimlerin faaliyetlerine yönelik olması pek mümkün görünmüyor. Daha ziyade, Osmanlı medreselerinde felsefe eğitim ve öğretiminin daha yaygın olması Saçaklızâde’yi öfkelendirilmiş görünüyor. Saçaklızâde, aynı çalışmanın başka bir yerinde, felsefe okuma kitaplarına karşılık, Îcî’nin Mevâkıf ve Cürcânî’nin bu kitaba şerhi gibi uzun kelâm kitaplarının öğreniminin ihmal edilmesini dönemindeki öğrencilerin eğilimi olarak görmüş ve bundan şikâyet etmiştir.26 Saçaklızâde’nin felsefe çalışmalarına karşı olan öfkesi ve bu çalışmaların Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri gücü üzerindeki etkisi elbetteki geleneksel bir konudur (topos). O açık bir şekilde ifadelerini kadîm Hanbelî âlimi Ibn Kayyim el-Cevziyye’nin) Abbasiler dönemindeki felsefe çalışmalarını “Allah’ın Moğol istilasıyla Abbâsîleri cezalandırması” fikri üzerine biçimlendirmiştir. Ancak, Saçaklızâde’nin şikayetlerinin çağdaş gerçeklerde bir temeli olduğuna inanmak için uygun nedenler vardır ve var olmayan düşmanlara karşı hayalperest saldırılar olarak reddedilmemelidir. 19. yüzyılda, Esîrüddin Ebherî’nin Hidâyetü’l-Hikme adlı fizik ve metafizik el kitabı, Kādî Mîr Hüseyin Meybüdî şerhiyle birlikte defalarca İstanbul’da basılmıştır. Her ikisinin orijinal Arapça ve Türkçe tercümesi Mehmed Kirmânî tarafından yapılmıştır. 19. yüzyılda basılmış bu eser üzerine 17. yüzyılın sonunda ve 18. yüzyılda Osmanlı âlimleri tarafından yapılan (Arapça) üç haşiye vardır. Bu eserleri yazan âlimler şunlardır: Kara Halil Tirevî, Mehmed Kefevî, İsmail Gelenbevî 17. yüzyılda ve sonlarında Osmanlı âlimleri tarafından yapılan bir çeviri ve üç haşiyenin kaleme alınması eserin bu dönemde düzenli olarak çalışıldığına kesin bir işarettir. Aslında Saçaklızâde’nin çağdaşı olan felsefecilerin çoğunun hikmet ilmini aramayı seçtiklerini ifade etmesi, Osmanlı ulemâ’sı ve öğrencilerinin felsefe çalışmalarına karşı çıkarken aklındaki kitaplardan birinin, Ebherî’nin Hidâyet ü’l-Hikme’si olduğuna işaret etmektedir. Elde edilen bulgular, 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki akli ilimlere olan ilginin azalması fikrinin, çağdaş âlimlerin “zamanın bozulmasınana, dair birtakım şikayetleriyle beslenen ve manası yanlış anlaşılan Kadızâdeli hareketinin yükselişi ve 1580’de Osmanlı Gözlemevi’nin yıkılması gibi bir kaç belirgin olaydan ibaret bir efsane olduğunu göstermektedir. Tam tersine 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda mantık, diyalektik, semantik, felsefe, kelam, matematik ve astronomi gibi ilmi çalışmaların hız kesmeden devam ettiğini gösteren pek çok kanıt vardır. Bu alanlara olan ilginin yükselişe geçtiğine inanmak için bir neden bile vardır; hem eğitim kurumlarının sayısında belirgin bir artış olmuş hem de Anadolu, 16 ve 17. yüzyıllarda Azerbaycan ve İran’dan gelen eserler ve alimlerin akınına uğramıştır. Bunların dışında bazı tarihçiler 17. Yüzyıl Osmanlı’da medreselerin bozulduğunu söylüyorlar. Bu durum diğer iddialar gibi yanlış bir durumdur. Evliya Çelebi Arnavutluk diyarında gezerken eğitimden bahseder, medrese, sıbyan mektebi, darülhadis ve darülkurraları kaydeder. Yanya’da 6 adet muhaddis medresesi vardır. Bunlardan Ali Paşa Medresesi 18 adet taş yapılı odadan oluşan mamur bir yapıdır. Her odaya beşer akçe maaş ve yeme-barınma gibi 9 ihtiyaçları karşılayacak imkanlar sağlanmıştır. Büyük merkezlerde hafız darulkurraları varken daha küçük bölgelerde görülmezler. Yanya’da 3 adet darulkurranın yanında 2 darulhadis vardır. Aynı şehirde 11 adet ebced okuyan çocuk mektebinin bulunuşu seçkinlerin modern öncesi çağlarda eğitim konusundaki kişisel girişimlerinin tipik bir örneği olarak yorumlanabilir. Bazı bölgelerde belli alanlarda ün yapmış alimler ve ders evleri de kaydedilir. Örneğin Ohri’de 7 adet sıbyan mektebinin yanısıra tefsirde isim yapmış 2 adet medresenin varlığına işaret edilmektedir. Eski Siyavuş Paşa ve Tekke Medresesi bu alanda tanınmış mamur kurumlardır. Ayrıca bölgede birçok zaviye medresesinin varlığı haber verilmektedir. Bu gözlemi özellikle önemlidir. Aynı durum Balkanlarda örneğin Bulgaristan gibi çeşitli bölgelerde de tespit edilmektedir. Evliya Çelebi’nin aktardığı durum Osmanlı tarihinde tekke ve medrese arasındaki gerilimin genelleştirilemeyeceğine bir örnektir.

  • @efsanebirtarih1002

    @efsanebirtarih1002

    3 жыл бұрын

    17.YYADALET Osmanlı Devleti zamanında adalete fazla önem verilir ve sistemin temelinin adalet olduğuna inanılırdı. Bu yüzden kadılar, bağımsız olarak görev yaparlardı. Kadının hükmü olmadan kimse cezalandırılamadığı gibi, vergi toplanması, tahrir yapılması gibi idari tasarruflar da kadının bilgisi olmadan gerçekleştirilemezdi. Padişahlar bile mahkemelere ve kadılara karışamazlardı. Mahkemeler gerektiğinde padişah karşısında halkın haklarını korurdu. Kanunlar padişahın da üstündeydi. Nitekim Şeyhülislam Ebussuud Efendi, padişahın emirlerinin kanuna aykırı olması durumunda bunlara "Nâ-meşru nesneye emri sultanî olmaz" diyerek karşı çıkmıştı. 17. Yüzyılda Osmanlı’nın adalet sistemini anlamak için Osmanlı’ya gelen Avrupalı seyyahların yazdıklarına 10 bakmak gerekir. 17. Yüzyılda Osmanlı’ya gelen Adam Werner, Türkler'in, kurduğu en büyük devletin güç aldığı kaynakları sayarken adaleti şöyle anlatır: "Bu konuda bilgi ve deneyim sahibi olan kişiler, eğer azimli ve dürüst davranırlarsa, ister köle olsunlar, ister en alt katmandan olan bir aileden gelsinler, hak ettikleri itibarı görürler ve ödüllendirilirler, en yüksek siyasi veya askeri konumlara getirilirler, krallar, dükler gibi zengin olabilirler, hatta evlilik yoluyla Padişahın aile çevresine girebilirler. Buna karşılık hangi toplum kesiminden olurlarsa olsunlar suç işleyenlere ve kamuya zarar verecek davranışlarda bulunanlara uygulanan cezalar çok ağırdır ve idama kadar yolu vardır. Çok katı hukuk kuralları uygularlar". 1.Ahmet döneminde bir başka Avrupalı seyyah olan Campanella Avrupa’nın özgürlük karşıtı düşüncesine karşı çıkar ve hapse atılır. Civitas Solis (Güneş Beldesi) adlı eserinde Osmanlı’nın adaleti hakkında şunları söyler:”İçinde yaşadığım şafaksız gecenin bir sabaha ermesini istemiyorum. Böyle bir sabahın sonu gecedir. Çünkü zindanın dışında istibdat var ve bu hür fikirlere ancak gece vadeder. Ben bir Güneş Beldesi’nin hasretini çekiyorum. Bu ülkede gece olmasın ve insanlar karanlık mefhumunu orada tanımasın. Güneş Ülke’yi yeryüzünde bulmak mümkün mü? Fikir hürriyetine, vicdan hürriyetine, lisan hürriyetine ilişmeyen Osmanlı Türklerinin varlığı, hiç olmazsa yarın, böyle bir ülkenin var olacağını bana zannettiriyor. Mademki düşünceyi zindana koymayan, hakikat sevgisini zincire vurmayan bir millet, o cesur ve adil Türkler var; üzerinde yalnız hakikatin, adaletin ve hürriyetin hüküm sürdüğü bir Güneş Ülke neden vücut bulmasın?”

  • @777jhp
    @777jhp3 жыл бұрын

    Hocam cevaplar mısınız ? Bizim MEB kitabında kafes sistemi falan yok onları bilmeli miyiz ?

  • @yunussenates5760

    @yunussenates5760

    Жыл бұрын

    Bizimki varr

  • @yusufzehradolanbay
    @yusufzehradolanbay3 жыл бұрын

    hocaya anlatmak yerine keske bize dönük anlatsanız

  • @yatarakderscalismayin
    @yatarakderscalismayin Жыл бұрын

    bi bu hocadan anlıyorum bii buuuuu

  • @betulbyk6739
    @betulbyk67393 жыл бұрын

    👍♥️

  • @umay17
    @umay17 Жыл бұрын

    Hocam sadece tyt kısmı nerde bitiyor?

  • @Hocalarageldik

    @Hocalarageldik

    Жыл бұрын

    Merhaba, bu oynatma listemiz TYT ve AYT sınavlarınızda ortak olarak karşınıza çıkacak olan konuları baz almaktadır 😊

  • @melisakaymakci
    @melisakaymakci3 жыл бұрын

    Hadi bakalım😪

  • @avare2853
    @avare28532 жыл бұрын

  • @Mujgan_1905
    @Mujgan_190510 ай бұрын

    Üni 2. Snftan geldim 😂 inklap🤦

  • @furkanelpeze
    @furkanelpeze2 жыл бұрын

    Ronaldonun dünya kupasını alması deyince erkeklerin%80 i konuyu bitirdi😂

  • @muhammetbaranaslan6846
    @muhammetbaranaslan68463 жыл бұрын

    Lafı çok fazla uzattığınız için kafa karıştırıcı bir hale geliyor ve hadiseleri anlatırken isimleri ve tarihleri zikretmediğiniz için bilgi eksikliği veya kavrama zorluğu yaşanıyor.